Yaşamak - Yu Hua
- Kaan Mika
- 10 Oca
- 4 dakikada okunur
Bir kitap evinde aylak aylak dolaşırken bu kitapla göz kapağa geldik. İtiraf edeyim ki, kitap seçimi konusunda şanslı biriyim. Bazen kapaktaki resme, bazen yazarın isminin güzelliğine bazen de çok kalın olmamasına aldanır kendimi kasada bulurum. Yıllar önce ne zaman kitap evine girsem bir kitap alacağım sözü vermiştim. Kitap yani sonuçta, bozulmaz, paslanmaz hele ki bizim evde (annemin bazı kitapları streç filmle kapladığına bile şahit oldum, neden yaptığını hala bilmiyorum).
Gelelim kitabın içeriğine. Çin hakkında koca bir cahil olan benim için değişik bir serüvendi. Son yıllarda uzak doğu ülkelerine ve asya ülkelerine karşı gelişen zaafımı beslemem için iyi bir fırsat olacağını düşündüğüm için de almıştım bu kitabı. Yu Hua (şu çinlilerin de isimleri çok kısa oluyor yahu) adlı yazarın kitaplarının hepsinde 1966-76 yıllarında yaşanan Çin Kültür Devrimi’nin izleri var. O yıllarda yaptığı gözlemleri kaleme döktüğü bu kitap ülkesinde hemen yasaklanmış. Yazara gelirsek, diş hekimliği yapan birinin içerisindeki hayat ışığını bulup kendisini yazara dönüştürmesi konusunda takdire şayan. Yaşamak adlı bu kitabın filmi çekilmekle kalmamış, bir de üzerine 1994 yılında Cannes film festivalinde ödül almış. Trajikomik kısmı ise bu filminde kendi ülkesinde yasaklanmış olması. Ne komik şey insanın kendi ülkesinde hor görülmesi…
Kitabın ismi yaşamak, fakat öyle mutlu bir yaşam değil bu. Fugui adlı babadan zengin bir adamın aile servetini kumar yüzünden hiç edip karısını ve çocuklarını hiç bitmeyecek bir çileye maruz bırakmasını konu alıyor. Fugui kitabın başında öyle kötü bir adam gibi gösteriliyor ki, karısını hayat kadınlarıyla aldatan, çocuklarını önemsemeyen, kayınpederini ve öz babasını çileden çıkaran bir tip. Kumar borcu öyle bir artıyor ki, tüm tarlalar elden gidiyor. Fakat Fugui şanslı, her şeye rağmen ona tutkal gibi yapışan güçlü bir eşi, iki tane inatçı fakat söz dinleyen çocukları var. Zenginlikten fakirliğe giden bu yol aslında Fugui’nin hayatını kurtarıyor. Komünizm devrimi esnasında toprak sahipleri asılıyor, Fugui ise beş parasız kaldığı için hayatına devam edebiliyor.
Kitabın hoşuma giden kısmı bu yıllarda yaşanan politik olayların çiftçilerin hayatlarını nasıl doğrudan etkilediğini göstermesi. Mesela “artık evde yemek yapmanıza gerek kalmayacak” gibi müjdeler nasıl oluyor da insanları bir pirinç tanesine muhtaç bırakıyor çok güzel anlatılmış. Kitabın en absürt kısmı ise Fugui’nin annesine doktor bulmak için köyden şehre gittiği bir gün karga tulumba orduya alınması ve iki sene boyunca Çin ordusunda görev yapması… Savaşta açlığı ve ölümü yakından tanıyan Fugui şükretmesini öğrenerek yuvasına geri dönüyor.
Fakat Fugui talihsiz… Karısının yaşadığı hastalık, kızının dilsiz kalması, küçük oğlunun valinin karısına kan verirken hastanede fazla kan çekildiği için ölmesi… Tüm bunlar olduktan sonra Fugui hayata hala sıkı sıkı tutunuyor, kızıyla beraber yaşamaya devam ediyor. Ne yazık ki Fugui’nin kızı Fengxia konuşamadığı için uzun yıllar boyunca talip bulamıyor. Ta ki, yamuk kafa olarak bilinen Erxi’nin kız istemeye gelmesine kadar…
Erxi cebinde parası çok olmayan, fakat gönlü zengin bir adam. Müstakbel kayınpederlerinin evinin içler acısı durumda olduğunu görünceü yaptığı ilk iş kamıştan yapılmış evi onarmak, oturulabilir bir hale getirmek. Fengxia’ya sevgisini her koşulda gösteren bu işçi, Fengxia’yı köyden şehre götürüyor. Hayatta kalan tek kızlarının evi terkettiğini gören aile ise duruma başta üzülse de, damatları konusunda çok şanslı olduklarının farkında.
Aradan aylar geçiyor ve Fengxia’nın hamile olduğunu öğreniyorlar. Belki de Xu (Fugui’nin soyadı) Ailesinin çok da talihsiz olmadığını düşünmeye başlıyorlar. Fakat bu sevinçleri Fengxia’nın doğum esnasında hastanede hayatını kaybetmesiyle yerini hüsrana bırakıyor. Fugui’nin karısı Jiazhen bu duruma daha fazla dayanamıyor ve kısa sürede hayatını kaybediyor. Peş peşe gelen ölümler Fugui’yi adeta tek tek yaprakları yolunan bir papatya gibi çaresiz bırakıyor. Fakat hala bir umut var! Fengxia doğum esnasında hayatını kaybetse de, kocası Erxi’ye bir erkek çocuk veriyor.
Dede, baba ve torun, hep beraber yeni bir yaşam kuruyorlar ve hayat tekrar her sene çimlerin yeşermesi gibi renk kazanıyor. Fugui tam bu hayata ayak uydurmuşken Erxi geçirdiği bir iş kazasın sonucu hayatını kaybediyor. Bu Fugui’nin yaşadığı kaçıncı üzücü olay diye içimden geçirdim yutkunarak. Üstelik tüm bu olaylar aynı hastanede yaşanıyor, Fugui’ye göre bu hastane ile öbür dünyada hesaplaşacaklar…
Dede ve torun baş başa kalıyor. Fugui epey yaşlanmış, torunun boğazını doyurmak için var gücüyle çalışıyor. Ölümle çok küçük yaştan tanışmış olan torun ise oldukça güçlü bir karakter, küçük orağı ile beraber tarlada dedesine yardım ediyor. Fugui’nin talihsizliği burada da bitmiyor. Boğazına kaçan fasülye küçük çocuğun yediği son lokma oluyor ve o da Fugui’yi terkediyor.
Yaşlı adam ise inatla hayata tutunuyor ve biriktirdiği parasıyla kasıtlı olarak yaşlı bir öküz alıyor. Hem de öküz yaşından ötürü iş görmez raporu aldığından tam kurban edilecekken. Fugui ise hayatı öylesine ciddi almıyor, bu öküz birkaç sene yaşasa ona yeter. Yastığının altında ise bir miktar parası var, köydekilere beni gömecek insan bu parayı alır diye önceden söylemiş. Tarlada yaşlı öküzü ile çalışmaya devam ediyor, öküzün adı ise Fugui, çünkü neden olmasın.
Bu kitabı okurken içim karardı demezsem size yalan söylemiş olurum. Sık sık neden okuyorum ki böyle karamsar bir kitap diye düşündüm. Bazı hislerin derime nüfuz ettiğini fark edince acaba yarıda bıraksam mı diye düşündüm, fakat inatçılığıma yenik düşüp bitirdim. Beni en çok etkileyense kitapta bahsedilen kadın karakterler. Fugui’nin annesi, karısı ve kız çocuğu hepsi çok güçlü insanlar. Fugui’yi tüm yoksulluğa ve çaresizliklere rağmen kalpten ve karşılıksız seviyorlar. Bu insanlardan öğrenecek çok şey var diye düşündüm. Bir başka his ise Fugui’nin ölüm döşeğinden karısıyla yaptığı konuşma. Karısı öleceğini anladığında ona şöyle diyor: “Ben senden razıyım, bana hep iyi davrandın. Umarım bir sonraki yaşamda tekrar senin eşin olurum.” Böylesine içten ilişkiler ve koşulsuz sevgi bulduğunuzda şükretmeniz gerektiğini unutmayın, nitekim bunun yerini hiçbir şey alamaz.
Kitabın sonuna geldiğimde ise ilk paragrafa geri dönüyorum. Okuduğum kitapları olabildiğince ön yargısız okumak güzel fakat insan bir senede kaç kitap okuyor ki? Okuduğumuz kitapları seçmezsek ne olur? Beynimize giren duygulara vize vermeden önce biraz daha araştırsak nasıl olur? İşin ilginç yanı, bazen sokakta bırakılmış bir kitap o sene içerisinde okuduğum en iyi kitap olurken, haklarında güzel yorumlar okuduğum kitaplar benim için hayal kırıklığı olabiliyorlar.
Kitap okurken içimi sıksa da beni sardı ve hızlıca bitiriverdim. Eğer iyi yazıldıysa her tarz kitabı okumalı mı insan, yoksa insanın tarzı mı olmalı kitap seçerken. Bu yaşıma geldim hala bilmiyorum. Biliyorsanız cevabı sizden duymak isterim.
Comments